Prenses Talara’nın Gizemi – Bölüm 2

Çeviren: Samimi Patates

Düzenleme: Ahmet Sait Akten

Simsiyah karanlık, vücudunu ve zihnini ele geçirirken hiçbir sey hissetmedi. Bacağında bir ağrı vardı ve vücudu buz gibi bir ıslaklık içindeydi sadece. Gözlerini açtığında gördüğü şey ise boğuluyor olduğuydu.

Sol bacağı hissizdi, bu sebeple yüzeye çıkmak için sağ bacağını ve kollarını kullanmak zorunda kaldı. Akıntıyı ardında bırakması biraz uzun sürdü lakin sonunda yüzeye ulaştı ve gecenin o soğuk havasını ciğerlerine çekti. Camlorn Krallığı başkentinin kayalık sahil şeridine hala yakındı fakat su onu, düştüğü yer olan Cavilstry Kayası’ndan biraz uzaklaştırmıştı.

Bir anda kendine gelerek ” Düşmedim.” diye düşündü. Onu biri itmişti.

Kıyıya yaklaştıkça, kendini akıntıya bıraktı. Su ile karanın birleştiği yerde, dik yamaçlar suya yaklaştıkça eğimli hale gelmişti. Kıyıda, kocaman bir evin silueti zorlukla fark ediliyordu. Yaklaştıkça, bacadan yükselen dumanı ve içindeki hafif alev parıltısını görebildi. Ayağının acısı zaten ruhunu yeterince mahvediyordu, buz gibi suyun içinde ise dayanılmaz haldeydi. Yanan ateşin sıcaklığı, tekrar yüzmeye başlamasında en büyük etkendi.

Kıyı şeridine ulaştı. Ayakta durmaya çalıştı fakat yapamadı. Kumla karışık kayalıklara doğru emeklerken, gözyaşları denizin tuzlu suyuna karıştı. Çiçek Festivali’nden kalma kostümü paçavra denecek kıvama gelmişti ve sırtında büyük ağırlık yapıyordu. Tükenme noktasına geldiğinde, öne doğru düştü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

” Lütfen!” diye haykırdı. ” Eğer beni duyuyorsanız, yardım edin!”

Bir dakika geçmeden evin ön kapısı açıldı ve bir kadın çıktı. Kadının adı Ramke idi; Çiçek Festivali’nde kısa da olsa tanışmışlardı. Festivalde, daha önceden de onu tanıdığı için ” Bu O!” diye haykırmasına rağmen şimdi, gözlerinde onu tanıdığına dair ufacık bir işaret yoktu.

” Sethiete adına, yaralandınız mı?” diye fısıldadı ve ayağa kalkmasına yardım etti. ” Bu elbiseyi hatırlıyorum, daha önce de görmüştüm.” dedi. ” Bu gece, Çiçek Festivali’ndeki dansçılardan biri miydiniz? Ben, kralımızın kızı bayan Jyllia Raze ile birlikteydim.”

” Biliyorum, şahsınızı bana tanıtmıştı.” dedi. ” Adım Daggerfall’lu Gyna.”

” Evet, doğru hatırlamışım.” diyerek kıkırdadı yaşlı kadın ve onun, sahilden ön kapıya kadar seke seke de olsa gelmesine yardım etti. ” Bazı şeyleri eskisi kadar iyi hatırlayamıyorum artık. Neyse, ateşin başında biraz kendine gel de bacağına bir bakalım.”

Ramke, Gyna’nın üzerindeki bez parçasını aldı ve onu battaniyeye sararak ateşin karşısına oturttu. Buz gibi suyun verdiği hissizlik bedenini yavaş yavaş terk ederken, bu sefer bacağındaki sızı ağır ağır zihnini meşgul etmeye başladı. O zamana kadar bacağına bakmaya cesaret edememişti. Cesaretini toplayıp da şöyle bir baktığında ise hiç bakmamış olmayı diledi; çünkü sudan şişmiş, beyazlamış ve üzerinde hiç de küçük olmayan yaralar barındıran bacağını görünce kusmamak için kendini zor tuttu. Bu sırada, bacağındaki kalın arter damarından kan fışkırıyor ve yere akıyordu.

” Ah tatlım, canını çok yakıyor olmalı bu.” diyerek ateşle ilgilenmeye başladı yaşlı kadın. ” Neyse ki bazı iyileştirme büyülerini hatırladığım için şanslısın.”

Ramke, yere oturdu ve kızın yarasının iki tarafına eliyle bastırdı. Gyna, önce şiddetli bir acı hissetti. Daha sonra ise bu his kayboldu; şimdi, sanki biri ayağını çimdikliyormuş gibi ufak bir sızı vardı sadece. Aşağına baktığında, Ramke, buruşuk ellerini yaranın üzerinde gezdiriyordu. Ellerinin değdiği yerde, yara daha göz görmeden iyileşiyor, cildi yeniden oluşuyor, çürükler düzeliyordu.

” Sevgili Kynareth,” dedi. ” Hayatımı kurtardın.”

” Sadece o değil” diye kıkırdadı kadın. ” Böylesine güzel bir bacakta artık o çirkin yaralar olmayacak.” Bayan Jyllia küçükken, bu büyüyü defalarca kullanmam gerekti çünkü onun bakıcısıydım.’

” Biliyorum,” Gyna gülümsedi. ” Fakat uzun zaman geçmesine rağmen, hala o büyüyü hatırlıyorsun.”

” ah evet, iyileştirme büyülerinde bile herhangi bir şey öğrenirken daima birçok hata yapılabilir. Fakat benim kadar yaşlı olduğunda artık bunları hatırlaman gereksiz, sadece bilirsin çünkü. Zaten ben bunu belki binlerce kez yapmışımdır; çünkü Bayan Jyllia ve Prenses Talara küçükken daima yara bere içinde olurlardı. Yaramaz şeyler, sarayın duvarlarından aşağı inmezlerdi ki hiç.”

Gyna içini çekti. ” Bayan Jyllia’yi çok severdin herhalde.”

” Hala seviyorum,” dedi Ramke gözlerinin içi gülerek. ” Fakat şimdi kocaman bir kız oldu ve durumlar değişti. Seni ilk gördüğümde ıslaktın, fark etmedim ama sen benim küçük leydime çok benziyorsun. Bunu festivaldeyken de söylemiş miydim?”

” Söylemiştiniz” dedi Gyna. ” ya da sanırım size göre ben Prenses Talara’ya da benziyorum.”

” Ah, keşke sen Prenses olsaydın, ne de iyi olurdu.” dedi yaşli kadın. İç geçirdi, ” Bilirsin, ailesi öldürüldü ve herkes onun da öldürüldüğünü iddia etti fakat bedenini asla bulamadik. Bence asıl olan Bayan Jyllia’ya oldu. Küçük kalbi bir daha düzelmeyecek derecede kırıldı, bir süre sonra da zihni.”

” Nasıl yani?” diye sordu Gyna. ” Ne oldu ki?”

” Bunu bir yabancıya söylemeli miyim bilemiyorum fakat bu Camlorn’da iyi bilinir. Ve ben seni sanki yıllardır tanıyor gibiyim.” Ramke kararsızlığı ile biraz boğuştuktan sonra karar vermiş olacak ki, anlatmaya başladı. ” Jyllia cinayeti kendi gözleriyle görmüş. Onu daha sonra baştan aşağı kanla yıkanmış taht odasında saklanırken buldum; kırılmış bir oyuncak bebek gibiydi. Hiç konuşmadı, hiç yemedi; her türlü iyileştirme büyüsünü denedim fakat durumu benim gücümün çok ötesindeydi. Yani sıyrık bir dizden çok daha fazlası. Oloine Dükü olan babası, onu iyi olması için kasabadaki sanatoryuma gönderdi.”

” Zavallı küçük kız,” dedi Gyna.

” Orada kendine gelmesi yıllar aldı.” dedi Ramke başını sallayarak. Ve işin esası, asla eskisi gibi olamadı. ” Babası kral olduktan sonra onu neden varis yapmadı?” diye sorabilirsin. Onun tam olarak sağlığına kavuşmadığını düşünüyordu. Bunu ne kadar inkar ettiysem de, öyle düşünmekte haklıydı. Hiçbir şey ama hiçbir şey hatırlamıyordu çünkü.”

” Sence,” sözlerini tartarak konuşuyordu Gyna, ” Kuzeni Prenses Talara’nin hayatta ve iyi olduğunu bilseydi, onun için iyi olur muydu?”

” Bence olurdu. Ama belki de olmazdı. Bazen bir şeyler ummamak en iyisidir.”

Gyna ayağa kalktı. Ayağı üzerine ilk bastığı günkü kadar sağlıklıydı. Elbisesi kurumuştu ve Ramke ona, gecenin soğuğundan korunması için bir pelerin vermişti. Gyna kapıda, yaşlı kadını yanağından öptü ve ona teşekkür etti. Bu tesekkür sadece ayağını iyileştirdiği için değil, gösterdiği nezaket içindi aynı zamanda.

Eve en yakın yol hem Kuzeye hem de Güneye gidiyordu. Sola doğru uzanan yol, tüm sırları çözecek anahtarın kendisinde bulunduğu Camlorn’a; Güneye giden yol ise yirmi yılı aşkın süredir oturduğu Daggerfall’a gidiyordu. Oraya, sokaklardaki işine kolayca geri dönebilirdi; birkaç saniyeliğine seçeneklerini aklında tarttı, sonunda kararını verdi.

Uzun süre yürümemişti ki, üç atın çektiği, üzerinde kraliyet amblemi bulunan bir araba ve sekiz atlı yanından geçti. Önündeki ahşap geçide varmadan aniden durdular. Askerlerden birini tanıdı: Gnorbooth’tu, Lord Strale’in uşağı. Kapı açıldığında ise onu ve diğer kadınları saray eğlencesi amacı ile kiralamış olan, İmparator’un büyükelçisi; Lord Strale arabadan indi.

” Sen!” diye bağırdı kaşlarını çatarak. ” Sen de fahişelerden birisin. Dur bakayım, sen Çiçek Festivali’nde ortadan kaybolan kızsın; Gyna’sın öyle değil mi?”

” Aynen öyle,” diyerek acı acı güldü kız. ” ama adım hariç; onun Gyna olmadığını keşfettim.”

” İsminin ne olduğu umurumda değil,” dedi Lord Strale. ” Güney yolunda ne işin var? Ben sana orada kalman ve hükümdarı şenlendirmen için para ödüyorum.’

” Eğer oraya geri dönersem, emin ol çoğu buna hiç de memnun kalmayacak.”

” Kimsin sen, açıkla o zaman.” dedi Lord Strale.

Kız bunu açıklarken de dinledi.

Share :