Ateşte Dans – Bölüm I

Çeviren: Deniz Görmez

Yer: İmparatorluk Şehri, Cyrodiil

Tarih: 7 Ekim, 3.Çağ 397

Saray, Atrius İnşaat Komitesine, İmparatorluk’ta ki neredeyse her büyüklükten her inşaatı tasdik edip kaydeden katiplerin ve emlak görevlilerinin şirketine, sanki her zaman ev sahipliği yapmıştı. İmparator Magnus’un hükümdarlığından beri, tam iki yüz elli yıldır ayaktaydı komite, İmparatorluk Şehri’ndeki ufak fakat saygıdeğer bir meydanda, yalın görünüşlü ve sade bir bina. Enerjik ve hırslı, orta-sınıftan erkekler ve kadınlar orada çalışırdı, tabii bir de Decumus Scotti gibi halinden memnun orta-yaşlı olanlar. Kimse içinde Komite’nin olmadığı bir dünya düşünemezdi, hele ki Scotti. Daha doğrusu, içinde kendisinin olmadığı bir Komite düşleyemezdi.

“Lord Atrius hizmetlerinizin pekala farkında,” dedi müdür, Scotti’nin ofisini ayıran kepenkleri ardından kapatırken. “Ama biliyorsunuz işler bir süredir kötü.”

“Biliyorum” dedi Scotti, dimdik bir şekilde.

“Lord Vanech’in adamları son zamanlarda bizimle sıkı bir rekabete tutuştular ve eğer ayakta kalmak istiyorsak daha etkili olmalıyız. Maalesef bu, bir zamanlar en iyi fakat günümüzde beklenenin altında randıman gösteren çalışanlarımızdan bazılarını işten çıkarmak zorunda olduğumuz anlamına geliyor.”

“Anlıyorum. Yapacak bir şey yok.”

“Anladığınıza sevindim,” dedi müdür yüzünde bir gülümsemeyle uzaklaşarak. “Lütfen odanızı en kısa sürede boşaltın.”

Scotti, elindeki bütün belgeleri kendisinin yerini alacak kişiye devretmek üzere hazırlamaya başladı. Büyük olasılıkla yerini genç Imbarillius alacaktı, aynen olması gerektiği gibi. Çocuk nasıl iş bitireceğini biliyordu. Scotti eğer Tek Tanrı Tapınağı için sipariş edilmiş Aziz Alessia’nin yeni heykelinin anlaşmalarını bulsaydı, iş arkadaşının ne yapacağını boş bakışlarla merak etmezdi. Muhtemelen bürokratik bir hata uydurup, selefi Decumus Scotti’yi suçlar ve düzeltmek için fazladan para isterdi.

“Atrius İnşaat Komitesi’nden Decumus Scotti için bir mektup var.”

Scotti kafasını kaldırıp baktı. Şişman suratlı kurye ofisine girmişti ve elinde tuttuğu mühürlü bir kağıdı uzatıyordu. Çocuğa bir altın verip, mektubu açtı. Sefil el yazısından, berbat imlası ve dilbilgisinden ve gayri ciddi üslubundan yazarının kim olduğunu hemen anladı. Liodes Jurus, ahlaki olmayan islere karışmakla suçlandığı için birkaç yıl önce Komite’den ayrılan eski bir katip.

————————

“Sevgili Scotti,

Bana hep ne olduğunu merak ettiğini hayal ettim ve en son beni bu ormanda bulmayı beklediğini. Ama burası tam da benim olduğum yer. Ha ha! Eğer akılıysan ve Lord Atrius için (ve kendin için, ha ha) bi sürü çok altın kazanmak istiyorsan, Yeşilyurt’a gelirsin. Eğer son zamanlarda haberleri takip ediyor ya da etmiyorsan, Bosmer ile komsuları Elswere arasinda geçen iki yıl boyunca bir savaş olduğunu bilebilir ya bilmeyebilirsin. Burada isler yeni rayına oturdu ve yeniden inşa edilmesi gereken bi sürü şey var.

Tek basıma kaldırabileceğimden daha çok iş var ama şimdi nüfuzlu birine ihtiyacım var, saygıdeğer bir ajansı temsil eden birinin kalemi eline alması gerek. O birisi sensin, dostum. Gel ve benle Falinnesti, Yeşilyurt’daki Pasko Ananın Meyhanesinde buluş. 2 hafta burada olucum ve sen üzülmiycen.

–Jurus

Not: Yapabilirsen bir araba dolusu kereste getir.”

————————

“Elindeki de ne öyle, Scotti?” diye sordu bir ses. Scotti irkildi. Imbarillius’tu bu, kahrolası yakışıklı yüzüyle panjurların arasından bakıyordu, o en cimri patronların ve en katı taş ustalarının kalplerini yumuşatan bakışlarıyla. Scotti mektubu ceketinin cebine tıkıştırdı.

“Şahsi bir mektup” dedi burun kıvırarak. “Biraz dan toparlanmış olurum.”

“Seni acele ettirmek istemiyorum,” dedi Imbarillius, Scotti’nin masasından birkaç boş mukavele alarak. “Daha şimdi bir tomar belgeyi gözden geçirdim ve yeni katiplerin elleri yazmaktan yoruluyor, o yüzden birkaç mukavele almamı umursamazsın.”

Delikanlı gitti. Scotti mektubu cebinden çıkarıp tekrar okudu. Çok nadir yaptığı bir şeyi yapıp, hayati hakkında düşündü. Hayatı ona aşılmaz siyah duvarlarla çevrili bir sıkıntı denizi gibi göründü. Duvarda sadece dar bir geçidin varlığını görebiliyordu. Çabucak, tekrar düşünme fırsatı bulmadan önce, üzerinde altın yaldızlarla ATRIUS İNŞAAT KOMİTESİ ZAT-I ŞAHANELERİ MAJESTELERİNİN İZNİYLE yazan boş mukavelelerden bir düzine alıp kişisel eşyalarıyla birlikte çantasına sakladı.

Ertesi gün, sersemce bir tereddütsüzlük ile macerasına başladı. O hafta İmparatorluk Şehri’nden yola çıkıp güneye, Yeşilyurt’a giden bir karavanda yer ayırttı. Eşyalarını toplamak için ucu ucuna yetecek vakti vardı ama bir araba kereste almayı unutmadı.

“O arabayı çekecek at için fazladan altın ödemek gerek,” dedi konvoy başı, kaşlarını çatarak.

“Tahmin etmiştim,” dedi, en iyi Imbarillius gülümsemesini yaparak Scotti. On araba o akşamüstü Cyrodiil’in tanıdık taşra manzarası içinde yola çıktı. Kir çiçeklerini, usulca kıvrılan tepeleri, sıcak köyleri geçtiler. Atların toynaklarının taşlara çarparken çıkardıkları ses, Scotti’ye yolu Atrius İnşaat Komitesi’nin yaptığını anımsattı. Tamamlanması için gereken on sekiz kontrattan beşini kendi elleriyle hazırlamıştı.

“Bu keresteleri beraber götürmekle akıllılık ediyorsun,” dedi arabada yanında oturan gri sakallı Breton. “Ticaretle uğraşıyor olmalısın.”

“Öyle sayılır,” dedi Scotti, gizemli olduğunu ümit ettiği bir şekilde, kendini tanıtmadan önce: “Decumus Scotti.”

“Gryf Mallon” dedi adam. “Şairim, aslında eski Bosmer edebiyatı çevirmeni. İki yıl önce Mnoriad Pley Bar’ın yeni keşfedilen birkaç yazıtı üzerinde çalışıyordum ama savaş çıkınca yarıda bırakmak zorunda kaldım. Eğer Yesil Pakt’ı duyduysan, Mnoriad’a da kesinlikle yabancı değilsindir.”

Scotti adamın tamamen saçmaladığını düşündü ama yine de basını salladı.

“Tabii ki, Mnoriad’in Meh Ayleidion kadar ünlü olduğunu iddia etmiyorum ya da Dansir Gol kadar kadim fakat bence Bosmer aklının doğasını anlama konusunda kayda değer bir önemi var.”

“Yani Orman Elfleri’nin kendi ağaçlarını kesmeye veya yetiştirdikleri herhangi bir bitkiyi yemeye duydukları nefrete karşın, bununla çelişen bir şekilde diğer kültürlerden bitki ürünleri almaya duydukları isteğin kaynağını, sanırım bunu Mnoriad’daki bir parçaya bağlayabilirim,” Mallon, bu duruma uyan metni bulmak için kağıtlarını karıştırdı.

Scotti’nin şansına, konvoy kısa bir süre sonra geceyi geçirebilecekleri bir kamp kurmak için durdu. Altında gri renkli bir nehrin aktığı yüksek bir kayalığın üzerindeydiler ve önlerinde büyük Yeşilyurt vadisi vardı. Sadece deniz kuşlarının çığlıkları batıdaki koyun ve okyanusun varlığını belli ediyordu: burada ağaçlar çok uzun ve geniştiler ve sanki ebediyette başlamış imkansız bir düğüm atar gibi kendilerinin çevresinde dönüp akıl ermez bir şekilde yükseliyorlardı. Alt dallarının yüksekliği elli ayak olan daha az heybetli birkaç ağaç, kampın kösesinde uçurumun kenarında duruyordu. Manzara Scotti’ye o kadar yabancıydı ki yabana girme düşüncesinin yarattığı endişe yüzünden gece boyunca uyumayı hayal bile edemedi.

İyi ki, Mallon kendisi gibi kadim uygarlıkların bilmecelerinden hoşlanan başka bir eğitimli insan bulduğunu düşünmüştü. Gece boyunca önce Bosmer şiirlerinden orijinal dörtlükleri daha sonra da kendi çevirilerini ağlayıp, bağırarak ve uygun yerlerde fısıldayarak okuyup durdu. Scotti git gide uykuyu hissediyordu ki bir dal parçasının kırılmasının ani çıtırtısıyla tekrar dik oturdu.

“O neydi öyle?”

Mallon gülümsedi: “Ben de seviyorum onu. ‘Işıksız aynanın habisliğinde ki davet, ateşte bir dans–‘ “

“Ağaçların üstünde hareket eden devasa kuşlar var,” diye fısıldadı Scotti, yukarıdaki karanlık şekillerin olduğu yönü işaret ederek.

“Endişelenmeye gerek yok,” dedi Mallon, izleyicisinin tavrından dolayı sinirlenerek. “Simdi şairin Herma-Mora’nın yakarışını dördüncü kitabin on sekizinci dörtlüğünde nasıl imgeleştirdiğini dinle.”

Ağaçların üzerindeki karanlık şekillerin bazıları kuşlar gibi tünemiş duruyor, bazıları yılanlar gibi sürünüyor ve diğerleri ise insanlar gibi dikiliyorlardı. Mallon kendi mısrasını okurken, Scotti şekillerin yavaşça daldan dala atlayışlarını, kanatları olmayan bir şey için imkansız olan mesafeleri yarı süzülür bir şekilde kat edişlerini izledi. Gruplar halinde bir araya toplanıp kampın etrafındaki her ağaca yayılıncaya kadar yerlerini değiştirdiler. Aniden bulundukları yerlerden aşağıya dalış yapar gibi atladılar.

“Mara!” diye çığlık attı Scotti. “Yağmur gibi yağıyorlar!”

“Tohum torbalarıdır,” diyerek omuz silkti Mallon, arkasını bile dönmeden. “Ağaçlarda bolca var–“

Kamp kargaşaya boğuldu birden. Karavanlardan alevler yükselmeye başladı, atlar ölümcül darbeler yüzünden acı acı feryat ettiler, içleri su ve şarap dolu fıçılar yüklerini toprağa püskürttüler. Atik bir gölge Scotti ve Mallon’a çarpıp geçerek tahıl ve altın dolu torbaları inanılmaz bir çeviklik ve beceriyle topladı. Scotti, yakınlarda aniden ortaya çıkan bir alev topu sayesinde bir an için gölgeye bir bakış atabildi. Parlak tüylü, sivri kulaklı, büyük sari gözlü, benekli bir kürkü ve kamçı gibi bir kuyruğu olan bir yaratıktı.

“Kurt adam diye inleyip, büzülerek geri çekildi.

“Cathay-Raht,” dedi kısık, korku dolu bir sesle Mallon. “Daha da kötü. Khajiti ya da onun gibi bir şeylerin akrabaları, yağmalamaya gelmişler.”

“Emin misin?”

Saldırdıkları gibi, yaratıklar çabucak geri çekildiler, kayalıktan atlayıp, karavana eskortluk eden harp büyücüsü ve şövalye gözlerini tamamen açamadan kaçtılar. Mallon ve Scotti uçurumun kenarına koşup aşağı baktılar ve yüz ayak aşağıda ufacık şekillerin sudan çıkarak kendilerini silkelediklerini ve ormana girerek kaybolduklarını gördüler.

“Kurt adamlar böyle cambaz değildirler,” dedi Mallon. “Bunlar kesinlikle Cathay-raht’ti.” Adi hırsızlar. Stendarr’a şükürler olsun defterlerimin değerini fark etmediler. Bu nedenle büyük bir kayıp sayılmaz.”

Share :