Prenses Talara’nın Gizemi – Bölüm 3

Çeviren: Ceyhun Özgöç

Gnorbooth birinin ona seslendiğini duyduğunda Camlorn’daki en sevdiği bar olan Bozuk Kahvaltı’dan ayrılmak üzereydi. Seslenilen kendi ismi olmalıydı çünkü ismi başka biriyle karıştırılacak gibi değildi. Arkasını döndüğünde karşısında kraliyet savaş büyücüsü olan Lord Eryl’in karanlık patikadan çıkıp geldiğini gördü.

” Lordum.” dedi memnun bir gülümseme ile.

” Bu saatte sizi dışarıda görmek beni şaşırtmadı desem yalan olur.” diyerek çarpık bir şekilde sırıttı Lord Eryl. ” Sizi ve Efendinizi bin yıl kutlamalarından beri görmemiştim fakat ben zaten sizin meşgul olduğunuzu biliyorum. Beni meraklandıran şey ise ne ile meşgul olduğunuz.”

” Camlorn’da İmparatorluğun çıkarlarını korumak insanın zihnini fazlasıyla meşgul eder lordum. Ayrıca ben, zati alinizin bir elçinin uğraştığı meşgalelerin ayrıntıları ile ilgileneceğinizi sanmıyorum.”

” Fakat ilgileniyorum.” dedi savaş büyücüsü. ” Özellikle de son zamanlarda üst düzeyde gizemli ve diplomatik olmayan islere kalkışıyorsa. Bu zatin Çiçek Festivali’ndeki fahişelerden birini meskenine götürdüğünü de biliyorum. Adı da Gyna sanırım?”

Gnorbooth omzunu silkerek ” Ona aşık bence lordum. Aşk her erkeğe garip şeyler yaptırabilir. Bunu biliyorsunuzdur sanırım.”

” O aralarındaki en bilgilisi.” diyerek güldü Lord Eryl. ” Prenses Talara’ya ne kadar çok benzediğini fark etmediniz mi?”

” Buraya yerleşeli sadece 15 sene oldu Lordum. Prensesi hiç görmedim.”

” Aşık olan bir insan şiir yazmaya başlasa anlarım fakat günlerini saray mutfağında geçirip eski uşaklarla konuşmasına anlam veremiyorum. Bu konularda fazla bir tecrübem olmasa da bu bana eski bir aşkmış gibi geliyor.” Lord Eryl gözlerini devirdi. ” Ve şu anda çalıştığı işin – oh, adı neydi şu köyün?”

” Umbington mu?” diye yanıtlayan Gnorbooth anında bunu söylememiş olmayı diledi. Lord Eryl bunu açığa çıkarmayacak kadar iyi bir oyuncuydu fakat Gnorbooth onun Lord Strale’in başkenti terk ettiğini bile bilmediğini biliyordu. Lord Strale’e durumu bildirmek için oradan ayrılması gerekiyordu ama yaptığı hatayı düzeltmek için hala zamanı vardı. ” Yarına kadar orada kalacak. Sanırım oradaki bazı senetler için hükümet damgası gerekiyormuş.”

” O kadar mı? Bu iş onun için çok sıkıcı olmalı. Sanırım geri döndüğünde onu görebilirim o zaman.” Başıyla selam verdi. ” Aydınlattığınız için minnettarım. Görüşmek dileğiyle.”

Gnorbooth, kraliyet savaş büyücüsü köşeyi döndüğü anda atına atladı. İçtiği biralar onu sarhoş etmişti fakat Lord Eryl’in ajanlarından önce Umbington’a ulaşmalıydı. Yol boyunca işaretlerin olacağını umarak başkentin doğusuna doğru atını dörtnala sürdü.

Küf ve ekşi bira kokusu ile karışık barda oturan Lord Strale, İmparatorluk ajanı Leydi Brisienna’nın en özel buluşmalar için nasıl böylesi halka açık bir yer bulduğuna şaşırdı. Umbighton’da hasat zamanıydı ve çiftçilerin hepsi yetersiz maaşları ile bu gürültülü patırtılı modayı izleyerek burada içiyorlardı. Buluşmaya uygun olarak giyinmişti: Biçimsiz bir pantolon ve herkesinkinden basit bir yelek. Yine de dikkat çeken biri olduğunu düşünüyordu. Ona eşlik eden iki bayanla karşılaştırılırsa öyleydi de. Sağındaki kadın Daggerfall’ın alt sınıflarınca bilinen bir fahişeydi. Leydi Brisienna ise kendini ondan bile daha fazla belli ediyordu.

Leydi Brisienna ” Sana hangi isimle hitap etmemi istersin?” diye merakla sordu.

” Yakında değişebilir ama ben Gyna ismine alışığım.” dedi kız. ” Elbette, değişmeyebilir de. Öldüğümde belki de mezar taşımda Fahişe Gyna yazacak.”

” Hayatının Çiçek Festivali’ndeki gibi olmadığını görüyorum.” dedi Lord Strale, kaşlarını çatmıştı. ” Fakat İmparatorun izni olmadan seni sonsuza dek koruyamam. Tek kalıcı çözüm, sana zarar verecek olanları yakalayıp seni hak ettiğin duruma geri getirmek.”

” Sen inanıyor musun bana?” Gyna, Leydi Brisienna’ya dönmüştü.

” Yıllardır, Ulu Kaya’da İmparatorluğun baş ajanıyım ve sayısız garip hikayeler duydum. Elçi arkadaşın ne olduğunu eğer fark etmeseydi sana büyük ihtimal ‘deli’ derdim.” Brisienna güldü, Gyna’yı da gülmeye zorlar gibiydi ” Ama şimdi sana inanıyorum, evet. Belki de deli olan benimdir. Kim bilir?”

” Bize yardım edecek misin peki?” Lord Strale’in sorusu basitti.

” Aslında bu, taşra krallıklarının işi biraz da.” Leydi Brisienna maşrapasının derinliklerine dalmış bakıyordu. ” O yüzden, İmparatorun kendisini tehdit eden bir unsur oluşmadıkça fazla sorun olmaz. Şu anda senin durumunla ilgili uğraşmamız gereken şey yirmi sene önce işlenmiş cinayetler ve ondan sonrası. Eğer İmparatorun kendisi bu kanlı işlere karıştıysa Tamriel’in iyiliği için pek bir şey yapmayacaktır.”

” Anlıyorum.” diye mırıldandı Gyna. Kim olduğum ve bana ne olduğu halkında her şeyi hatırladığımda hiçbir şey yapmama kararı aldım. Aslında Lord Strale’i gördüğümde Camlorn’dan ayrılıyordum. Eski hayatıma ve Daggerfall’a geri dönüyordum. Bunu araştırma fikri onundu yani. Sonra beni geri getirdiğinde istediğim tek şey kuzenimi arayıp kim olduğumu söylemekti. Fakat Lord Strale bunu bana yasakladı.”

” Bu çok tehlikeli olurdu.” dedi Lord. ” Daha komplonun ne derece olduğunu bilmiyoruz; hatta belki hiç bilemeyebiliriz de.”

” Üzgünüm, kısa sorulara hep uzun cevaplarla karşılık verirken buluyorum kendimi. Lord Strale yardım edip edemeyeceğimi sorduğunda cevabım ‘Evet’ olmalıydı.” Leydi Brisienna Lord Strale’in yüzündeki değişime ve Gyna’nin ifadesine gülümseyerek yanıt verdi. ” Size elbette yardım edeceğim. Fakat işlerin yolunda gitmesi ve İmparatorun memnuniyeti için sizden iki şey rica etmem gerekiyor: Birincisi, bu işin arkasında kimin olduğunu kesin olarak kanıtlamanız gerek, ki bunun için suçunu itiraf edecek birini bulmanız gerek.”

” Ve ikincisi… ” dedi Lord Strale başını sallayarak, ” Bunun küçük, yerel bir sorun değil de İmparatorluk için değerli bir konu olduğunu ona göstermeliyiz.”

Lord Strale, Leydi Brisienna ve kendine Gyna diyen kadın birkaç saat daha ne yapmaları konusunda konuştular. Ne yapılması gerektiği konusunda fikir birliğine kavuştuklarında, Leydi Brisienna, müttefiki Proseccus’u bulmak adına ayrıldı. Strale ve Gyna batıya yani Camlorn’a doğru yol almaya başladılar. Uzak ormandan gelen dörtnala ayak seslerini duyduklarında çok da geçmemişti. Lord Strale kılıcını çekti ve Gyna’ya arkasına geçmesi için işaret etti.

O anda yerinden çıkmak için sabırsızlanan baltalarla kuşanmış sekiz adam etraflarını sardı. Bu bir pusuydu.

Lord Strale hemen Gyna’yı atından aşağı çekip arkasına aldı. Elleriyle yaptığı becerikli bir hareket ile kendilerini çevreleyen bir alev ortaya çıktı ve bu alev genişleyerek saldırganları vurdu. Adamlar acı içinde dizlerinin üstüne çöktüler. Lord Strale ve Gyna en yakındaki ata binerek dörtnala batıya yöneldiler.

” Ben senin sadece bir elçi olduğunu sanıyordum. Büyücü yönünü bilmiyordum.” diye gülümsedi Gyna.

” Hala diplomasi ile ikisinin yerinin farklı olduğunu düşünüyorum.” diye cevapladı adam.

” Yola çıkmadan duydukları atlı ile yolda karşılaştılar. Bu Gnorbooth’tu. ” Lordum, bu kraliyet savaş büyücüsü. Sizin ikinizin de Umbighton’da olduğunuzu öğrendi.”

” Bu kolaylıkla anlaşılıyor.” Lord Strale’in güçlü sesi ağaçlarda yankılandı. Gnorbooth, Gyna ve Lord Strale karanlık ormanı gözleriyle taradılar fakat bir şey göremediler.

” Üzgünüm Lordum. Sizi mümkün olduğunca kısa sürede uyarmak istedim fakat biraz geciktim.”

” Bir sonraki hayatında belki de planlarını bir sarhoşa anlatmaman gerektiğini hatırlarsın.” diyerek güldü Lord Eryl. Görünürde değildi, sadece sesi geliyordu.

Onu ilk önce parmaklarından yükselen alev topu ile Gnorbooth gördü. Lord Eryl bu aptal adamın ne yapacağını merak etti. Belki Lord Strale’i yoldan çekecek; belki oradan kaçacak; belki de kendini onun için feda edecekti. Gerçi ne olursa olsun sonuç değişmeyecekti ya.

Adam yola vardı.

Büyük bir patlama oldu ve patlamanın yankısı ile ağaçtaki kuşlar bir kilometre kadar etrafa saçıldılar. Gnorbooth ve atının durduğu birkaç adımlık yerde siyah camdan başka bir şey yoktu. Yoğunluğu buhardan bile azdı. Gyna ve Lord Strale geriye fırladılar. Atları da gerisingeri uzaklaşabildiği kadar uzaklaştı. Büyünün oluşturduğu patlamanın etkisi yavaş yavaş geçerken Lord Strale ormana ve doğrudan savaş büyücüsünün büyümüş gözlerine baktı.

” Kahretsin!’ diyerek Lord Eryl koşmaya başladı. Elçi atından inerek arkasından seğirtti.

” Bu senin için bile masraflı bir büyü denemesi idi.” dedi Lord Strale, bir yandan da koşuyordu. ” Hedefinin onu engelleyip engellemediğinden emin olmadan böyle büyülerin kullanılmaması gerektiğini iyi bilmen gerekirdi.”

” Bunu hiç… seni ahmak… ” Lord Eryl arkasından yediği darbe ile söyleyeceklerini tamamlama şansı bulamadan ıslak orman zeminine yuvarlandı.

” Düşündüklerin umurumda değil.” dedi Lord Strale sakince. Savaş büyücüsünü döndürdü ve dizleri ile onun kollarını zemine yapıştırdı. ” Ben bir büyücü değilim, ancak tüm gücümü senin bize hazırladığın küçük pusun için harcamamam gerektiğini de bilecek kadar da bilgim var. Belki de bu felsefe ile ilgilidir, ha ne dersin? Bir hükümet ajanı olarak kendimi muhafazakarlığa yatkın hissettim.”

” Ne yapacaksın şimdi?” diye inledi Lord Eryl.

” Gnorbooth iyi bir adamdı, hem de çok. O yüzden canını biraz yakacağım.” Elçi, eliyle hafif bir hareket yaptı. Elleri parlamaya başladı. ” Bu kesin. Ondan sonra canının ne kadar yanacağı bana vereceğin bilgiye bağlı. Mesela eski Oloine Dükü hakkında öğrenmek istediklerim var.”

” Ne öğrenmek istiyorsun ki?” diye çığlık attı Lord Eryl.

” Her şeyi.” diye cevap verdi Lord Strale. Son derece sakindi.

Share :