Prenses Talara’nın Gizemi – Bölüm 4

Yazan: Mera Llykith

Çeviren: Mehmet Kardaş

Lyna, imparatorun temsilcisi Leydi Brisienna’yı hiç görmedi ama sözünü de tuttu. İmparatorluğun emrindeki bir suikastçı olan Proseccus, Lord Strale’nin evine sahte bir kılıkta girdi. Gözde bir öğrenciydi ve zamanla öğrenmesi gereken şeyleri öğrenmişti.

“Sadece basit bir cezbetme büyüsü. Zalim bir daedroth’u vefakar bir köpeğe çevirecek bir şey değil elbette,” dedi Proseccus. “Hedefini kızdıracak ya da aşağılayacak bir şeyler söyledikçe büyünün etkisi azalacaktır. Büyü birçok Yanılsama sınıfı büyüsü gibi geçici olarak onun sana karşı hislerini değiştirecek ama sana olan hayranlık ve saygı duyguları büyü dışında başka şeylerle de güçlendirilmeli.” “Anlıyorum,” dedi gülümseyerek Gyna, öğretmeninin ona öğrettiği iki büyü için teşekkür ederek. Yeni yeteneklerini kullanmanın zamanı gelmişti.

Camlorn Fahişeler Dernek Evi şehrin kuzeyindeki zengin kesimde oldukça güzel bir yerdeydi. Prens Sylon buranın yolunu kör olsa bile ya da genelde olduğu gibi sarhoşken bile çok rahat bulabilirdi. Ancak bu aksam azıcık sarhoş olmuşken bile daha fazla içmemeye karar verdi. Bu gece biraz eğlenecekti. En hoşuna giden şekilde.

“Benim sevgilim Grigia nerede?” diye Lonca hanımına bağırdı girer girmez.

“Sizinle geçen hafta olan randevusundan iyileşmeye çalışıyor,” diye gülümsedi sakin bir şekilde. “Kızların çoğu da su anda müşterilerle beraber ama sizin için özel bir şeyler ayarladım. Yeni bir kız. Kesinlikle hoşunuza gidecek biri.”

Prens pahalı bir şekilde ipek ve kadife ile dekore edilmiş bir odaya götürüldü. Adam içeri girerken, Gyna bir perdenin arkasından çıkıp, akli Proseccus’un öğretilerini açık bir şekilde hızla büyüsünü yaptı. İlk basta ise yarayıp yaramadığını anlamak kolay olmadı. Prens ona bir süre kötü bir gülümseme ile baktı ve sonra günesin bulutların arasından görünmesi gibi kötü bakış kayboldu. Artık onundu. Adam adını sordu. “Su anda pek bir isme karar veremedim,” diye dalga geçti kız. “Hiç gerçek bir prensle sevişmemiştim. Bir sarayın içine hiç girmemiştim. Sizinki oldukça… Büyük olmalı?”

“Henüz benim değil,” diye omuz silkti. “Ama bir gün kral ben olacağım.”

“Öyle bir yerde yasamak harika bir şey olmalı,” dedi Gyna adama yaklaşarak. “Binlerce yıllık bir tarih. Her şey çok eski ve güzeldir eminim. Resimler, kitaplar, heykeller, halılar. Ailen tüm hazinelerini saklıyor mu?”

“Evet yeraltındaki arşiv odasında bir sürü bunaltıcı şeyle beraber. Lütfen artık çıplak halini görebilir miyim?”

“İlk önce biraz konuşalım ama sen ne zaman istersen üstünü çıkarabilirsin,” dedi Gyna. “Bir arşiv odası olduğunu duymuştum ama oldukça gizli bir yerdeymiş.”

“Aile mezarının arkasında gerçek olmayan bir duvar var,” dedi Prens onu bileğinden tutup öpmesi için kendine çekerek. Gözlerinden bir şeylerin değiştiği anlaşılıyordu.

“Ekselansları kolumu acıtıyorsunuz,” diye bağırdı Gyna.

“Yeterince konuştuk seni büyücü fahişe,” diye hırladı. Ani korkusunu bastıran Gyna aklını boşalttı. Adamın sinirli ağzı dudaklarına değerken Yanılsama hocasından öğrendiği ikinci büyüyü yapmaya başladı. Prens etleri tasa dönüyormuş gibi hissetti. Donmuş bir şekilde Gyna’nın elbiselerini toplayıp odayı terk etmesini izledi. Felçli hali sadece birkaç dakika daha sürecekti ama zaten bu kadar süre de yeterliydi. Lonca hanimi aynen Gyna ve Lord Strale’nin ona söylediği gibi kızlarla beraber ortadan kaybolmuştu. Dönmesi güvenli olduğu zaman ona haber vereceklerdi. Kadın tuzaktaki kendi payı için altın bile istememişti. O sapık ve zalim Prens tarafından artik kızların işkence görmeyecek olmasının yeterli olduğunu söylemişti.

“Ne rezil bir çocuk,” diye düşündü Gyna kukuletasını başına geçirip Lord Strale’nin evine doğru yol alırken. “En azından asla kral olamayacak.”

Ertesi sabah Camlorn Kral ve Kraliçe’si bazı soylu ve diplomatlarla olan günlük toplasını yapıyordu. Taht odası neredeyse bostu. Güne başlamak için oldukça gereksiz bir yoldu. Çeşitli talepler arasında esneyip duruyorlardı.

“Tüm ilginç insanlar nerede?” diye söylendi Kraliçe. “Kıymetli oğlumuz da nereye kayboldu?”

“Kuzey kesiminde onu soyan bir fahişeyi aradığını duydum,” dedi Kral kıkırdayarak. “Ne şehir ama.”

“Peki ya Saray Büyücüsü?”

“Onu önemli bir konuyu halletmesi için gönderdim,” dedi Kral. “Ama bu neredeyse bir hafta önceydi. Ne zamandır ondan haber almadım. Bir şeyler ters gitmiş olmalı.”

“Öyle ama meraklanmayın Lord Eryl yakında dönecektir,” dedi Kraliçe kaşlarını çatarak. “Ya namussuz bir büyücü gelip bizi tehdit ederse ne olacak? Hanımım, gülme lütfen, sonuçta tüm Yüksek Kaya soylu aileleri bu yüzden kendi büyücülerini hep yakınlarında tutmuyorlar mı? Zavallı imparatorumuzun başına geldiği gibi evlerini şeytani büyülerden korumak için.”

“Hem de kendi büyücüsü tarafından,” diye kıkırdadı Kral.

“Lord Eryl sana ihanet etmez bunu biliyorsun. Oloine Dükü olduğundan beri senin yanında, onu Jagar Tharn’la böyle karşılaştırmış olman bile ayıp,” dedi Kraliçe ellerini ona katılmazcasına sallayarak. “İşte tüm Tamriel’de krallıkları yıkan bu güvenin eksikliği. Simdi, Lord Strale’in dediğine göre -“

“Kayıp olan biri daha var,” diye düşünceli bir şekilde konuştu Kral.

“Büyükelçi mi?” diyerek başını salladı Kraliçe. “Hayır, o burada. Mezarları ziyaret edip atalarına hürmetlerini sunmak için çok istekliydi. Ben de ona izin verdim. Onu orada o kadar uzun tutan ne bilmiyorum. Düşündüğümden de dindar olmalı.”

Kralın korkmuş bir şekilde ayağa kalktığını görünce şaşırdı. “Neden bana söylemedin?”

Henüz cevap vermemişti ki hakkında konuştukları adam açık kapıdan taht odasına girdi. Kolunda kırmızı ve altın sarisi görkemli bir cübbe giymiş, çok güzel kumral saçlı ve tam bir soylu görünüşlü bir kadın vardı. Kraliçe kocasının şaşkın bakışlarını izleyince kendisi de bir o kadar büyülendi.

“Çiçek Festivalindeki fahişelerden birini aldığını duymuştum, bir leydi değil,” diye fısıldadı Kraliçe. “Nedense kızın Lady Jyllia’ya çok benziyor.”

“Belki de odur,” diye soludu Kral. “Ya da kuzeni Prenses Talara.”

Odadaki soylularda kendi aralarında fısıldaştılar. Prenses kaybolup, ailesinin geri kalanı gibi öldürüldüğü düşünüldüğünde, çok azı sarayda olduğu halde odadaki soylularda aralarında fısıldaştılar.

“Talara” sözü bir büyü gibi tahtın üzerinden geçmişti.

“Lord Strale bizi hanımınla tanıştırmayacak mısın?” diye sordu Kraliçe kibar bir gülümsemeyle.

“Biraz dan majesteleri. Ama önce önemli bir konuyu konuşmamız gerekiyor,” diye cevap verdi Lord Strale. “Özel olarak görüşebilir miyiz?”

Kral İmparatorluk büyükelçisinin yüzündeki ifadeyi anlamaya çalıştı. Bir el hareketiyle herkes odayı terk edip, kapıları kapadılar. Görüşme odasında Kral, Kraliçe, büyükelçi, bir düzine saray nöbetçisi ve gizemli bir kadından başka kimse kalmadı.

Büyükelçi cebinden eski sarı bir parşömen çıkardı. “Majesteleri kardeşiniz ve ailesi öldürülüp siz tahta geçtikten sonra, senet ve vasiyet gibi önemli olabilecek her şey katip ve bakanlara verilmişti. Onun önemsiz olarak belirlenen mektupları da standart protokol olarak arşivlere gönderilmişti. Bu mektup da onların arasındaydı.”

“Bu da ne demek oluyor bayım?” diye gürledi Kral. “Neden bahsediyor?”

“Sizinle ilgili bir şey değil Majesteleri. Aslına bakarsanız siz tahta çıkarken bunu okuyacak olan biri hiçbir şey anlamazdı. Kardeşinize yapılan suikast sırasında imparatora, önceden burada Camlorn’daki Sethiete Tapınağında büyücü-rahip bir hırsız hakkında yazdığı bir mektup. Adi Jagar Tharn.”

“Jagar Tharn mi?” diye güldü Kraliçe sinirli bir şekilde. “Bizde tam ondan bahsediyorduk.”

“Tharn güçlü ve unutulmuş birçok büyünün anlatıldığı kitaplar ile Kaos Asası gibi bazı tarihi eserleri saklı olduğu yer ve kullanımları ile ilgili bilgileri çalmıştı. Haberler yavaş yavaş Yüksek Kaya’nın en batısına kadar ulaşmış ve kardeşiniz yani Kral, imparatorun yeni büyücüsünün Jagar Tharn adında biri olduğunu yeni öğrenmişti. İmparatorluk Büyücüsünün ihaneti konusunda imparatoru uyarmak için bir mektup yazmaya başladı ama bunu hiçbir zaman bitiremedi.” dedi Lord Strale mektubu tutarak. “385 yılında, tam öldürüldüğü gün tarih olarak atılmış. Jagar Tharn’ın efendisine ihanetinden dört yıl önce ve ardından gelen on yıllık İmparatorluk Simulakrum’unun zorbalıkları.”

“Anlattıkların ilgi çekici,” dedi Kral. “Ama benimle ilgisi nedir?”

“Son Kralın öldürülmesi bir İmparatorluk meselesidir. Ve benim size Saray Büyücüsü Lord Eryl’den getirdiğim bir itiraf var.”

Kralın yüzü birden rengini kaybetti: “Seni aşağılık solucan, kimse beni tehdit edemez. Ne sen ne o fahişe. O elindeki mektup da bir daha gün ışığı göremeyecek. Nöbetçiler!”

Saray muhafızları kılıçlarını çektiler. Ama birden odayı bir ışık doldurdu ve Proseccus önderliğindeki İmparatorluk askerleri içeri girdi. Saatlerdir orada gölgelerde gizlenmiş bekliyorlardı.

“İmparatorumuz Majesteleri VII. Uriel Septim adına sizi tutukluyorum,” dedi Strale.

Kapılar açıldı, Kral ve Kraliçe boyunları bükük bir şekilde dışarı çıkarıldı. Gyna Proseccus’a oğullarının büyük ihtimalle nerede olabileceğini söylemişti. Toplantı odasındaki nedimeler ve soylular şaşkın bir şekilde Kral ve Kraliçe’nin kendi saray hapishanelerine götürülmelerini izlediler. Kimse bir söz söylemedi. En son biri konuştuğunda bu hepsini şaşırttı. Leydi Jyllia saraya gelmişti. “Neler oluyor? Kral ve Kraliçe otoritesini gasp edenler de kim?”

Lord Strale, Proseccus’a dönerek: “Biz Leydi Jyllia ile yalnız konuşuruz. Ne yapılması gerektiğini biliyorsunuz.”

Proseccus başını salladı ve taht odasına açılan kapıları tekrar kapattırdı. Nedimler kapının tahtasına, bir şeyler duyabilmek için kulak kabarttılar. Her ne kadar söylememiş olsalar da en az Leydileri kadar bir açıklama bekliyorlardı.

Share :